Bir Subliminal Metafor Hikayesi “Yeniden Başlamak”

Bir Subliminal Metafor Hikayesi ” Yeniden Başlamak “

Hadi rastgele bir kitap alın elinize ve rastgele bir sayfasını açıp, solda ki sayfanın ilk paragrafının ilk cümlesini içinize sindirerek okuyun.

Şimdi; bırakın zihniniz okuduğunuz cümle ve aşmak istediğiniz şey ile arasında serbestçe bağlantılarını oluştursun.

Gülümsüyor musunuz yoksa şu an 😉

Zihnimin tıkandığı anlarda yapmayı alışkanlık haline getirdiğim ve her defasında sonuç üretebildiğim küçük sırrım… 🙂

İki hafta önce zihnim bana oyun oynuyor ve kelimeleri varlığından bile haberdar olmadığım çekmecelerinde saklıyor halde idi.

Zihnim ile bir yandan itiş kakış halinde iken, elim alışkanlık olarak bir kitap seçti ve rastgele açılmış bir sayfanın, ilk paragrafının ilk cümlesini okur buldum kendimi.

O günlerdeki pek çok dikkatsizliğimden birini daha yapıp çantamı takside unutunca,

hiç içerlemeden bunu kör talihimin bana oynadığı bir oyun olarak kabullendim.

Gabriel García Márquez
Anlatmak için Yaşamak S:432

Yazımın görseli olarak yukarıda yer alan resim ve bu satırdan sonra okuyacaklarınız Márquez ve zihnimin bana birer hediyesidir.


Sizin çevrenizde de sütten çıkmış ak kaşık misali birisi mutlaka vardır. Tecrübe etmişsinizdir bu kusursuzluk abidesi bireylerin size dair olumsuzluk dolu, karalayıcı ve sizi yıpratmaya yönelik eleştirilerini.  

Geçen günlerin birisinde on yıllardır yaşantımda yer alan; dolayısı ile yaşantıma dair bir çok şeyi bilen, muhterem ak kaşık egosunu tatmin etme ihtiyacı hissetti ve başladı salvo atışlarına. Aralarda dur bi nefes al dedikçe doz arttıkça arttı ve ne özel yaşantım kaldı, ne de iş yaşantım.

Konuyu da önceden belirlemişti; onun deyimiyle, benim sürekli olarak “yeni bir başlangıç” yapmam…

Sizlerden kısa bir süreliğine arkanıza yaslanmanızı, görünen ve görünmeyen kısımları ile bir buz dağını gözünüzün önüne getirmenizi istiyorum.

Psikanalizin kurucusu kabul edilen Sigmund Freud, insan bilincini açıklarken buz dağı metaforundan yararlanmayı seçmiştir.

Freud; Buz Dağı metaforu ile, bilincimiz ve davranışlarımızın bilinebilen nedenlerini buz dağının su yüzeyinde bulunan ve görülebilen kısmı olarak tanımlamaktadır. Buz dağının su altında kalan ve görünemeyen kısmının ise insanın gizemli bilinçaltını oluşturduğunu imgeler.

Doğal güdülerimiz ve kendimizi topluma/sosyal çevrelere kabul ettirebilmek adına bastırdığımız arzularımızı buz dağının altına itiyor olsak da, düşünce ve davranışlarımızın üzerinde buz dağının görünmeyen yüzü önemli bir hakimiyet sağlamaktadır.

Freud’un metaforunu özetleyecek olursak; bilinçaltımız, farkında olmasak bile bilincimizi yönlendirme gücünü elinde barındırarak, yaşama şeklimizde, rüyalarımızda, şakalarımızda, esprilerimizde ve dil sürçmelerimizde kendini ele vermektedir.

Freud’la birlikte çalışmalar gerçekleştiren ve ilerleyen yıllarda kendi psikolojik kuramlarını geliştiren Jung ise; önermelerini içeren paradigmaya “analitik psikoloji” adını vermiştir. Jung’a göre kişilik; ego, kişisel bilinçaltı ve kolektif bilinçaltı adını verdiği üçleme mekanizmalarından meydana gelmektedir.

Jung’un paradigmasına göre; kişinin bilinçli yönünü, algılarını ve düşüncelerini ego’su ifade etmektedir. Kişisel bilinçaltı, egoya komşu olan bölgedir. Burada bilinç düzeyinden bastırılmış, ancak tekrar bilince ulaşabilen arzular, yaşantılar, düşünceler vs. bulunmaktadır. Kolektif bilinçaltıysa kalıtsal olarak tüm insanlığın belleğinde tekrarlanan yaşantılar aracılığıyla bizde hayat bulan mekanizmanın ta kendisidir.

Freud ve Jung’un bizlere armağanı olan bilgilerden yola çıkacak olursak; bilinçli davranışlarımızın bilinçaltımız tarafından yönlendirildiği varsayımına ulaşabilir, bilinçaltımızın bir tepkiye ve motivasyona ihtiyaç duyması halinde ise subliminal mesajlar ile bilincimizi uyarabileceğimizi dile bile getirilebiliriz.

Hani yazının başında rastgele bir kitap almıştık elimize. Gelin tekrar dönelim o kitaba ama bu sefer ilk sayfadan okumaya başlayalım. İkinci, üçüncü, dördüncü sayfa ve … derken ikinci bölüm …

Her okuduğumuz sayfa, öncekinin üzerine ilmek ilmek bir şeyler koyuyor ve her bölüm ise bizi bütüne ulaştıracak, tematik birleşenleri oluşturuyor değil mi?

Bu aşamada; yaşantımızı doğduğumuz anda yazmaya başladığımız kendi kitabımız ve her sayfasını yaşadığımız bir gün / bir başlangıç olarak tanımlayabileceğimiz aforizma bile yaratabilir,

Hatta; Nietzsche’nin “Kendi omuzlarına tırman, başka nasıl yükselebilirsin ki” aforizmasını da kendi tanımımızın peşine ekleyebiliriz.

Márquez’in Kabullenişi, Freud’un Buz Dağı Metaforu, Jung’un Paradigması ve Nietzsche’nin Bireyselliği yaşantımıza dair farklı pencereleri aralasalar bile; sanki açıldıkları aydınlık alan, farkındalığın aydınlatıcı etkisinin ön plana çıktığı alan gibi değil mi?

Araştırdığınızda; farkındalığa dair farklı dillerde, on binlerce tanım ve yoruma kullandığımız teknoloji sayesinde ulaşabilirsiniz. Ben anlaşılır ve özgür tanımlamalarından dolayı Wikipedia’da ki tanımı kullanmayı tercih ediyorum.

Farkındalık, bir canlının çevresinde gelişen olayları bilme, algılama ve duyumsama becerisidir.

“Bir şeyin bilincinde olma” anlamına gelmektedir.

Göreceli bir kavram olan farkındalık, iç organlara ait bir duyu olabilirken duyu organları yoluyla alınan dış kaynaklı bir durumu da ifade edebilmektedir.

Wikipedia

Gerek farkındalığın tanımı, gerekse de dört devin kelimelerini bir araya getirip, affınıza sığınarak, bir önerme de bulunmak istiyorum.

Yaşadığımız her gün, her şey; nakış işler gibi kendi bütünümüzü oluşturduğumuz, kaleme aldığımız kendi kitabımızın birer satırı/sayfası aslında. Bir önceki satırda / sayfada yazdıklarımız, bir sonraki satırın/sayfanın temelini oluşturmakta.

Nasıl ki bir öncekini tamamlamadan bir sonraki sayfaya geçildiğinde bütünlük kayboluyorsa, bireysel devamlılığımızı göz ardı ederek yaptığımız başlangıçlarda, dönüp dolaşıp yeni bir hüsran olarak karşımıza çıkıyor.

Farkında olan; bireysel bütünlüğü doğrultusunda devam etmeyi tercih ederken, farkında olmayanın davranışı çareyi yeni başlangıçlarda/hüsranlarda aramaktan ibaret kalıyor.

Sizler ne düşünür nasıl aksiyon alırsınız bilemem tabi ki.

Bilgi eksikliği ve toyluğumun yol açtığı yaşantımın hüsranları sonrasında, sürdürülebilir bütünlüğümü devam ettirebilmek adına kendime şu soruları sormayı adet edindim otuzlu yaşlarımın ortalarında…

  • Ana kadar biriktirdiğim bilgi, madde ve maneviyat kaynak oluşturuyor mu?
  • İşim, sosyal çevrem veya aile bağlarım zemin oluşturuyor mu?
  • Bir zorunluluk söz konusu ise; zorunluluk nasıl oluştu?
  • Acaba ve keşkeler barındırıyor mu?
  • Motivasyon ihtiyacımı destekliyor mu?
  • Güneş yeniden doğduğunda, düşüncelerimde bir değişiklik olacak mı?
  • Devamlılık stratejim ile uyuşuyor mu?

Yeter ki bireysel farkındalığınız ile cevaplarınızı oluşturun. İster benim sorularımı kendinize uyarlayın, isterseniz kendi sorularınızı kullanın tercih sizlerin.

Sağlık, mutluluk ve dostluk ile kalın…

Yücel HAKAN UZUNÖZ

19-07-2019