Martı Olmak

Ben Kadıköy Anadolu Liseli bir Martı’yım…

1979-1980 öğretim yılı başlangıcında; at kestanesi ve çınar ağaçları ile bezenmiş bu kapıdan gururla ilk girdiğim gün, Martı olmayı yaşamaya başladım ve yaşantımın devamında da bir Martı olarak yaşamak’tan keyif aldım, tüm zorlamalara rağmen de keyif almaya devam edeceğim.

Dün (09-09-2019) eğitim dönemi açılışından bir dakikalık bir görüntünün yarattığı tukaka söylemleri, beni bu kelimeleri bir araya getirmeye yönlendirdi.

Gerek sosyal medya’da, gerekse de yerel ve ulusal basın organları için gündem değiştirme noktasında; martılara atılan simitler bir “Can Simiti” haline dönüştü.

Ne o kapıdan girdiğim günden çıktığım güne kadar, ne de sonrasında şahit olmadığım görüntüleri izlemekten hiç keyif almadım. Hatta aksine gelinen durum ve yaşanılanlar – yaşatılanlar üzüntü ve hüsrana yol açtı bende. Sadece bende olduğunu da sanmayın, gerek ortak gruplarda, gerekse de aramızda ki ikili görüşmelerde aynı duygu durumuna sahipti Martı’lar.

Okulun geleneğinde; geçmişe dayanan bu tarz bir törensellik anlayışının olmadığını bilmek bir ölçüde içime su serpse bile, yaşanılan ve yaşatılan gerçeğin spekülasyonlara konu olacağı, bir saldırı unsuru haline getirileceği de mevcut ortam içerisinde kaçınılmazdı.

Yaşanılan ve yaşatılanın savunulacak bir tarafı yok. Aklamaya çalışmak için kem küm etmeye de hiç niyetim yok. Bunun yerine sizlere martı olmanın bildiğim oluşum sürecini ve son yaşanan keyifsiz duruma dair düşüncelerimi aktarmakla yetineceğim.

Farklı sosyal çevreler ve kültür yapılarından çıkarak o kapıdan giren herkesin aynı olmasını ummak gerçeklikten öte bir hayal alemi. Her birey bir ayrı kişilik ve binlerce birey bir kapıdan içeriye her gün giriyor ise ortak değerler ve anlayışın nesilden nesile aktarılıyor olması da gerekiyor.

Yoğurtçu Park Yokuşu’nun ortalarında yer alan o kapıdan ilk girdiğinizde; KAL’deşlik diye tanımlayabileceğimiz bir duygu ile büyük sınıflardan Martı’lar sizi karşılar ve olmanız gereken yere kadar yönlendirir, eşlik ederlerdi. Sorduğunuz sorulara gönülden verilen cevaplar alırdınız.

Ne değişmişti?

1955 yılında Kadıköy Maarif Koleji olarak okulun açıldığı dönemde; Kadıköy, gerek demiryolu gerekse de karayolu ile İstanbul’un Anadolu’ya açılan merkezi halinde idi. Eski filmleri hatırlarsanız ya Haydarpaşa Tren Garı’nın Merdivenlerinden, ya da Harem Arabalı Vapur İskelesi’nden denize ve martılara bakılan görüntüler gözünüzün önüne geliverir hemen. Kadıköy’ün Martı’lar ile simgeleştirilmesinin ardında olan da bu değil mi sizce. Kadıköy Belediye’sinin logo’su bile Martı’dan esinlenilmiş bir logo değil mi?

Kurulduğu yıldan itibaren ülkenin saygın orta öğretim kurumları arasında yer bulan bir okul olarak marka değerine sahip olması ve olduğu fiziki bölgenin özdeşleştiği Martı’yı logosuna taşımasından doğal ne olabilirdi ki?

Hatta ve hatta; martılarla özdeşleşmiş olan öz güven ve özgürlük kavramlarına okulun öğrencileri tarafından sahip çıkılması, kendilerini birer martı olarak tanımlamaları sizce de doğal değil mi?

Bununla da kalmayıp; geleneklerimize, köklerimize bağlılık olgusunu işlerken her yaşa hitap eden, bir yaşam felsefesi, bir eğitim felsefesi içeren Richard Bach’ın “Martı Jonathan Livingston” adlı eseri, İngiliz Dili ve Edebiyatı örneklerinin kelime kelime çözümlendiği derslerde temel müfredat kitaplarından birisi haline neden gelmese idi ki?

“Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz Richard Bach, Jonathan Livinston adını verdiği konuşan Martı’sı ile düşüncelerini dile getirir, kendini bulma, keşfetme, hayallerine ve özgürlüğe ulaşma mücadelesini anlatır tüm kitap boyunca ve sorar; “Yaşamın gerçek anlamını arayan, bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi?”

Temel felsefesi olan “Gözünle gördüklerine sakın inanma. Görünenlerin hepsi sınırlıdır. Anlayarak bakmaya, bildiklerinin ötesine geçmeye çalış. O zaman uçmanın anlamını da daha iyi öğreneceksin.”çerçevesinde; Farklı olmayı, kendisi olmayı göze alan, konuşan, bir martıdır Jonathan Livingston.

Filozoftur, yaşam dersleri verir, gelişime inanır, özgürlüğün temsilcisidir. Kendini bulma, keşfetme, hayallerine ve özgürlüğe ulaşma mücadelesini anlatır.

Kadıköy Anadolu Lisesi’nde Martı Olmak demek birer Jonathan Livigston olmak demektir.

Gerek sosyal medya’da, gerekse de yazılı, sözlü ve görsel medya’da karşı karşıya kaldığımız söylemlerin hedefi Martı’dan ziyade, Kadıköy Anadolu Liseli bir Martı’nın düşünce sistemi değil mi? bu doğrultuda.

Güncellemeler adı altında gerçekleştirilen yap boz timsali eğitim sistem değişiklikleri ile saygınlıkları ve nesilden nesile aktarılan kültürleri sığlaştırılan eğitim kurumları hangi anlayışa hizmet eder bir düşünün.

Kendinize sorun ve dürüstçe cevaplayın lütfen.

Kendilerinin devamı olan nesile simit attıkları için eleştirdiğimiz bu sistemin yetiştirdiği çocuklar, o martılara taş atıyor olsalardı bu denli eleştirilecekler miydi?

Sağlık, mutluluk ve dostluk ile kalın…

Yücel HAKAN UZUNÖZ

10-09-2019

One thought on “Martı Olmak

  1. Satılamayan simitlerle yeni başlayan öğrencilere yapılan bu simgesel gelenek okul öğrencilerinin daha başlangıçta kenetlenmesi ve mezuniyet sonrası devam etmesini sağlayan bir gelenek olarak düşünülmesi gerekirken olmadık yorumlarla basının da desteklediği bir bozguna çevirmenin yorumunu kişilere bırakıyorum. Evet simitleri nimet olarak değerlendirmek gerekir, fakat orada kullanılan bayat ve yenilemeyecek derecede kuru ve belki de çöpe atılacak simitleri çöpe değil, tekrar toplayıp martılara veriyorlar. Siz yiyemediğiniz yiyeceklerinizi poşetler içerisinde çöpe değil KAL Martıları’na atın, onlar en doğru şekilde değerlendirirler.

Comments are closed.